29 Şubat 2012 Çarşamba

Evim Olsun!


Mutfağına aşık olabileceğim... Deli gibi yemek yapabileceğim.


Banyoya giren insanın çıkmak istemeyeceği...

Şirin.

Bayıldım.

Bayıldım.



Tabi ki bunu çok sevdim.

Yatsam, kalksam...



Kitaplarımın böyle muntazam durduğu...



Bu kadar düzenli olabileceğim...

Giysilerimin böyle de durması işime gelir açıkcası.


Böyle bi yatak odası olan...

Böyle de olabilir yani, "hayır" demem.

Ve en önemlisi bunların hepsi hayal ama sadece "benim" olan bi ev hayalim.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Mış Gibi...


Kimisinin gitmesini de istemiyoruz, kalmasına da razı olmuyoruz. Ne yapsalar yaranamıyorlar bize. İyilik de yaramıyor.

Yüzümüze gülseler bi dert, arkamızdan sövseler ayrı...

Gidişlere de izin vermiyoruz, dönüş kapılarını da kapatıyoruz. Dengesiz miyiz kuzum biz? Hani nispet yapar gibi ya hallerimiz, hani çok mutluyuz ya, hani keyfimiz keyif, bi kapıda tellalımız eksik ya, hı hı...

Zamanımızı nelerle harcadığımızı biz bile bilmiyoruz. Hayatın sillesini yemiş insanlar olduğumuzu, arabeskleşmeden nasıl yola geleceğimizi-getireceğimizi düşünüyoruz. Düşünüp düşünüp işlerin içinden çıkamayıp daha çok karıştırıyoruz. Karıştıkça çığrından çıkıyoruz. Bi çıkış yolu bilen varsa sevabına beni de aydınlatıverin.

İçimden geçenleri doğru kelimelerle dökemiyorum yazıya... Öyle çok saydırmak, bağırmak, azarlamak istiyorum ki bazen. Kızsam, dövsem rahatlarım sanki. Dövmek değil de bildiğin küfretmek istiyorum. Sanki ben küfretsem aklı başına gelecek, sanki bir şeye değecek. Sanki o değişecek. Sanki beni sevecek. Ya rahatlarsam? "Ya tutarsa" misali. Tutmasa da tutmuş gibi yaparız biz. Neleri "mış gibi" yapmadık ki? Kimleri "varmış gibi", "sevmiş gibi", "görmemiş gibi" yapmadık? Biz neleri atlattık?

"Küçücük ufacık içi dolu" hazinecik lazım. Hazine gerek bize, değersiz de olsa "ben buldum!" diyebileceğimiz, kazdıkça derini daha iyisini bulma ümidine sahip olabileceğimiz. Bize ait olabileceğine inandığımız bir hazine olmalı. Çok kolay ya bulmak. Sallayalım elimizi, değer belki birine.

Herkesin hazinesi toprak üstünde tutulmuş da bizimki yerin dibine sokulmuş sanki. Seversin, sevilmezsin. Önem verirsin, değer görmezsin. "Bi ilgi göstereyim", efendime söyleyeyim "bi gönlünü hoş edeyim" diyenimiz yok.

Biri varsa eyvallah da benden gelecekteki sevgilime not : beni bu kadar beklettin ya, sürüm sürüm sürünsen de acımam ben, yanlışlık olmasın.

Bize Gidelim!

Kimisinin yanımızda olmasına razı olmayan gönlümüz uzakta durmasını da kabullenemiyor. "Hani aklın yolu bir"di? Bizimki ikiyi, üçü, beşi görüyor. Hey haaaat!

Öyle günler geliyor ki köşe bucak kaçsak, saklansak kurtuluşumuz yokmuş gibi... Dibi görmenin nasıl olduğunu unutmuşuz gibi... Hatırlatma yapar gibi.

Ne kararsızlıklar yaşıyoruz? Ne çıkışlar arıyoruz da bulamıyoruz. Hadi gidelim! Nereye olursa, bize bile gidebiliriz aslında.

Etrafımızdakilerin "mış gibi yapan" hallerine katlanmanın zorluğunu hissediyoruz derinden, eğlenmek istiyoruz kahkahalarla coşmayı da sevdiklerimizle olmayı da... Kalabalıklar içinde yalnızları oynamayı değil ya!

Attığımız ufak ufak adımların büyüklerini nasip edemedi daha bize... Kıpırdanıp duruyoruz, kıvranıp anlatmaya çalışıyoruz. Hem istiyoruz, hem istemiyoruz. Bi gülüyoruz, bi ağlıyoruz. Bi kazanıyoruz, bi kaybediyoruz.

Hadi!

Kendimizi ikna etmenin yollarını deniyoruz.

- Bu şehirde olmasam da yaşarım.
- Yaşanacak yer çok.
- 0'dan mı başlasam?
- Bi dinlensem neler olacak?

Olur yavrum, o da olur. Tabi olur.

9 Şubat 2012 Perşembe

Şans...


Belki hayatındaki en önemli yerdi o oda. Doğruyu, yanlışı, eksiği, tamı hepsini görebileceğini sanarak bakıyorsun yüzüne.

Yanında 2 dakika uyuyabilmek için denizler aşıyorsun, kollarında huzur var sanıp kapatıyorsun gözlerini. Sorular hücum ediyor, cevaplar dolaşıyor aklında. Her sorunun 1001 cevabı var. Her cevap başka bi soruyla takılıyor peşine. Olmuyor, uyuyamıyorsun.

Göğsünde yattığında kalp atışlarını dinliyorsun. Nasıl da atıyor kalbi? Nasıl nefes alıyor? Eli belinde, kokusunu derin derin çekemiyorsun içine uyanır korkusuyla. Uykusunda titriyor aslında, kontrol edemediği bişey oluyor, müdahale edemiyorsun. Eğilip boynundan öpmek istiyorsun da yine yapamıyorsun.

Onun sana gösterdiği şefkatin aynısını ona gösterebilseydin... Onun seni sarıp, sarmaladığı gibi sen de onu kendine çekebilseydin daha farklı olurdu herşey.

Sırtını dönüp yatmana izin vermezdi ya, hemen sarılırdı... Gülerdin sessizce, "ne oldu"ğunu sorardı sana, cevap vermemek için dönerdin ona doğru, "kaynatırım soruyu" sanardın.

"Eğer doğru zamanı yakalasaydık, bi şansımız olur muydu?" diye kaçırırdın ağzından. "Eğer doğru zamanı yakalasaydık şansın ta kendisi olurdun." cevabını alırdın da yine için rahat etmezdi senin.

"Sen benimsin." derdi de "keşke sen de benim olsaydın" diyebilirdin... Yalanlara inanmayı bile isterdin o an. "Şu an seninim." dediğinde gözlerin dolardı da bişey söylememek için öperdin onu.

Her dokunuşun iz bıraktığı, her öpüşün hayallerine yerleştiğini bilirdi. Seni, senden daha iyi bilirdi. Bi yanlış zaman neler yaptı, neler bitirdi.

Asla doğru insanı bulamamak gibi bi kabiliyetine bi yenisi daha eklendi.

Deliliğinin boyutu yok. Olmaman gereken yerde, olmaman gereken insanla...

Haberler...

Hiç beklemediğimiz olaylarla karşılaştığımızda nasıl durmamız gerektiğini nerden bilebiliriz ki? Her zaman mutlu olmanın mümkün olmadığını anca kabullendik.

Bi anda alınan haberler bize bi iyi, bi kötü geliyor da kimseye anlatamıyoruz.

"O çok mutsuzmuş, üzgünmüş. İyi değilmiş." dediğinde biri "beter olsun" diyerek dönüyoruz arkamızı. Sonra da "ne olmuş acaba?" sorusuyla cebelleşme hali...

"O çok mutlu, keyifli." haberi geldiğinde kıskançlıktan krize giriyoruz. Biz daha atlatamadık, nasıl unuttu da gitti yeni bi hayata başladı ki? Nasıl 0'dan kurdu mutluluğunu?

İçinde bulunduğun hayata anlamsız anlamsız bakıp, gülümsemeye çalıştıkça batıyorsun aslında. İnanmıyorum. İnanmıyorsun. İnanmıyoruz.